admin

BEKLENTİN KADAR VARSIN

Facebook Twitter Pinterest LinkedIn        Beklentin Kadar Varsın Hayat beklentilerin neticelerini beklemekle geçen bir yolculuk değilmidir. Ailemiz arkadaşlarımız çocuklarımız. Herkes için çocuğu bir […]

 

 

 

 

Beklentin Kadar Varsın

Hayat beklentilerin neticelerini beklemekle geçen
bir yolculuk değilmidir.

Ailemiz arkadaşlarımız çocuklarımız.

Herkes için çocuğu bir başkadır değil mi? Yaptığı en ufak hareket çok heyecanlandırır anne babayı. Akranlarından çok
daha zeki olduğunu, üstün zekalı olduğunu düşünmeyi çok sever herkes kendi
çocuğunun.

İşte tamda bura da size yaşanan bir olayı anlatmak istiyorum

Sıradışı bir atın hikayesini.

19. yüzyılın sonlarında William Von
Osten isimli bir adam sahip olduğu atın üstün zekalı olduğunu, buradan yola çıkarak hayvanların da insanlar gibi öğrenebildiğini iddia ediyordu.

Yani böyle bir inanış ve beklentiye girmişti

Birkaç hayvanda başarısız olduktan sonra Hans ismini verdiği bir atta aradığını buldu

Clever Hans yani Zeki Hans olarak bilinen bu at kendisine sorulan soruların %90’ına doğru cevap veriyordu.

Sorular da öyle basit sorular değil.
Hans toplama, çıkarma, bölme gibi işlemler yapabiliyor. Kendisine o günün saati
veya tarihi sorulduğunda ön ayaklarını yere vurarak tam olarak doğru cevapları
verebiliyordu.

Üstelik Hans Almanca yazılı soruları okuyup anlayabiliyordu.

O dönemin fenomeni haline gelmişti Hans.
İnsanlar bu atı görmek için ülkenin dört bir yanından geliyordu.

Haliyle bilim camiasının da ilgisini
çekmeye başladı. Bilim insanı şüpheciliği ile elbette herkes bu işin arkasında
bir bit yeniği olduğunu düşünüyordu. Bir hile. Mutlaka olmalıydı değil mi? Ama
yoktu. Sayısız bilim insanı, uzman, incelemeler yapmış ama herhangi bir hile
ile karşılaşmamıştı.

Çünkü atın sahibi Von Osten olmasa bile
başkalarının sorduğu sorulara da inanılmaz bir doğrulukla cevap veriyordu Hans.

Herkes artık atın gerçekten çok zeki olduğuna inanmıştı.

Fakat Oskar Pfungst isimli bir psikolog
Hans’ı incelerken bir gariplik fark edecekti. Öncellikle at gözlükleri
takıldığında ya da bir perdenin arkasından sorulduğunda at hiçbir soruya cevap
veremiyordu. İkincisi ise at sadece soruyu soran sorunun cevabını bildiği zaman
cevap verebiliyordu.

Bu gözlemlere dayanarak oscar şu
çıkarımı yapıyor. At herhangi bir zeka belirtisi göstermiyor, herhangi bir
hesaplama yapmıyordu. Ama bu atın sahibi Von Osten’in hile yaptığı anlamına da
gelmiyordu.

Olan şuydu. At vücut dilini inanılmaz
bir doğrulukla okumayı öğrenmişti. Dünyanın en iyi poker oyuncularının
kullandığı taktikleri düşünün. Eline çok iyi kartlar geldiğinde insan ister
istemez bir tepki verir. Poker suratı dediğimiz şey imkansızdır. Yüzünün
herhangi bir kasında bir oynama mutlaka olur. O nedenledir ki milyon dolarlık
poker oyunlarında herkes şapka ve gözlükle oynar. İşte Hans çok iyi bir poker
oyunncusuydu. En ufak bir hareketi, en ufak bir mimiği okumayı beceriyordu.

Mesela Hans’a 3 ve 5’in toplamını
sorduklarında Hans ayağını yere vurmaya başlıyor ve 8’e geldiğinde soruyu soran
ister istemez bir tepki veriyor, ya gözlerini kırpıyor, ya başını öne eğiyordu
ve at bunu görüp duruyordu.

Perdenin arkasında doğru cevabı verememesinin sebebi de buydu.

Hans’ın sahibi Von Osten 1909’da
hayatını kaybettiğinde Clever Hans efsanesi de sona erecekti.

Burada Hans’ın sahip olduğu bu inanılmaz
özelliğin de hakkını vermek lazım ancak bizim için asıl önemli olan bu
hikayenin psikoloji dünyasında bırakacağı iz olacaktı.

Bu olayın üzerinden geçen süre boyunca
psikologlar beklentilerin ne ifade ettiğini araştırmaya koyuldular. Hans
vakasında da olduğu gibi, sahibi kendisinden bir soruya yanıt vermesini
istediğinde ve bunu yapabileceğine inandığında, bunu gerçekten istediğinde
ister istemez kendisini teşvik ediyor, kendisine yol gösteriyordu.

Bu insanlarda da aynı şekilde işliyor
muydu?

Soru buydu.

Yani bir şeyin sırf beklendiği için, beklendiği gibi sonuçlanması durumu.

Daha çok bilinen adıyla Pygmalion Etkisi!

Şimdi. Bu durumun detaylarını konuşmadan
önce ismi nereden geliyor ona bir bakalım. Daha sonra çok ilginç
araştırmalardan bahsedeceğiz.

Pygmalion antik bir hikayedir ve
hikayede bir Yunan heykeltraşın yaptığı mermer kadın heykeline aşık olması
anlatılır. Bir insana aşık olamayan Pygmalion dua eder ve heykel aynı formda
bir kadına dönüşür. Ve heykeltraş heykeli ile evlenerek bir de çocuk sahibi
olur.

Burada Pygmalion’ın heykeline duyduğu
takıntı heykelin canlanmasına vesile olmuştur. Bu nedenle beklentilerin hayata
geçmesi için kullanılan bir metafor haline gelmiştir. Bu arada Pygmalion
etkisinin tersi de Golem etkisidir. Bu konuyu bvaşka videolarmızda inceleriz

Şimdi Pygmalion etkisine dönersek. Bu etkiyi hayatımızın her yerinde görüyoruz. Okullarda, şirketlerde, ailelerde… O
yüzden Pygmalion etkisini doğru anladığımızda çocuklarımızı, arkadaşlarımızı,
çalışanlarımızı veya bizi yönetenleri çok daha iyi analiz edebilir ve
yönlendirebiliriz. Beklentilerimizin nelere yol açtığını anladığımızda yüksek
beklentilerimizin olmasının ne kadar büyük faydaları olabileceğini daha iyi
idrak edebiliriz.

Tarihte ilk kez mi farkına vardık bu
mevzunun? Tabi ki hayır. Tarih boyunca filozoflar, psikologlar bu konuyu
tartışıyor ve yorumlar yapıyordu. Örneğin Jacques Bossuet 17. Yüzyılda şöyle
demişti: “Zayıflıkların en büyüğü zayıf görünmekten aşırı korku duymaktır.”

Sigmund Freud’un da bir cümlesi buna işaret ediyor:

“Bir insan ailede ebeveynlerinin en
değerli çocuğuysa bu his hayatının tamamına yayılır ve başarılı olan insanların
çoğuna bakarsanız bu hikayeyi görürsünüz.”

Fakat bu Pygmalion etkisi ile ilgili ilk
ciddi çalışma 1968 yılında Robert Rosenthal ve Lenore Jacobson tarafından
yapılmıştır.

Hatta psikoloji tarihinde en çok alıntı
yapılan ve tartışılan çalışmalardan biri olmuştur.

Şöyle ki.

Rosenthal ve Jacobson bir ilkokulda
öğrenciler üzerinde IQ testi yapıyor. Bu testin sonuçlarına göre öğretmenlere
öğrencilerden %20’sinin üstün zeka potansiyeli olduğu söyleniyor. Ve öğretmenlere
bu çocukların isimleri de veriliyor. Diğer çocukların seviyeleri ile ilgili bir
bilgi verilmiyor etik nedenlerle ama asıl olay şu.

Öğretmenlere isimleri verilen
öğrencilerin IQ testlerine bakılmıyor. Yani bu çocuklar tamamen rasgele
seçiliyor. Aralarında IQ testi sonuçları ortalama altı olan da var ortalama
olan da. Fakat işte öğretmenler bu öğrencilerin üstün zekalı olduğu bilgisini
alıyor. Öğrenciler arasındaki tek fark öğretmenlerin kendilerinden
beklentileriydi yani.

Ve sonuçlar da hiç şaşırtmayacaktı.
Deneyin sonunda öğrencilere tekrar IQ testi yapılıyor. Tüm öğrencilerde gelişme
görülürken isimleri verilen öğrencilerin test sonuçlarında sıradışı artışlar
gözlemleniyor. Çok daha yüksek performans gösteriyorlar.

Daha da ilginç bir çalışmadan bahsedeyim.
Yine Rosenthal bu çalışmayı yürütmeden önce hayvanlarla bir çalışma yürütüyor.
Bildiğimiz laboratuvar fareleri ile. Şu labirentten çıkıp çıkamadıklarına
bakılan farelerden. Bir öğrenci grubuna iki grup fare veriliyor. Bir grup
farenin çok yavaş öğrendiği diğerlerininse çok daha hızlı öğrendiği söyleniyor.

Yine tahmin edeceğiniz gibi bu fareler
tamamen rasgele seçilmişti ve sonuçta da öğrencilerin daha iyi olduğunu
düşündüğü fareler bir süre sonra labirentten kolayca çıkabiliyorlardı.
Diğerleri ise labirentte kaybolup duruyordu.  Hiçbir suçu olmayan fareler.

Yine öğrencilere dönelim.

Bu çalışmanın çarpıcı sonuçları ile ilgili Rosenthal’ın gözlemleri de çok ilginç.

Üstün zeka potansiyeli olduğu iddia
edilen, aslında diğerlerinden farklı olmayan çocukların deney sonunda çok daha
başarılı olmasının nedenleri ile ilgili Rosenthal’ın çıkarımları şunlar:

Öğretmenler bu öğrencilere karşı ister
istemez daha sıcak ve arkadaşça davranıyorlardı. Öğretmenler bu öğrencilere
daha fazla zaman ayırıyor ve daha fazla yardım ediyordu. Bu öğrencilere ders
sırasında daha fazla söz hakkı veriyordu. Ve yine bu öğrencilere hataları ile
ilgili geribildirim yaparken öğretmenler daha yapıcıydı. Ve bunları tamamen
bilinçsiz şekilde, tepkisel olarak yapıyordu bu öğretmenler.

Ama daha önce de bahsettiğim gibi bu
çalışmanın yankıları çok çok daha geniş ve bize anlattığı birçok şey var.

Nereye bakarsanız bakın bunları
göreceksiniz. Mesela yöneticiler şirketlerinde potansiyelinin daha yüksek
olduğunu düşündüğü birine ister istemez yapabileceğinden daha yüksek
sorumluluklar yüklüyor, beklentilerini yükseltiyor ve bu kişi için kendisini
geliştirme olanakları sağlıyor.

Kendini geliştirdikçe kendisinden
beklentiler de artıyor ve “pozitif geribildirim döngüsü” adını verdiğimiz bir
olgu ortaya çıkıyor. Bir insana daha iyisini yapabileceğini söylediğinizde o da
potansiyelini zorluyor ve daha iyisini yapıyor.

Tam tersi de söz konusu burada.
Bir yöneticinin daha başarılı olmasını istediğimiz zaman başarısız
zamanlarında dahi destek çıkmaya, onun başarılı olması için gerekli şartları
sağlamaya, zaman tanımaya meyilli oluyoruz.

Bir öğretmeni ele alalım mesela.
Sınıfında dersi ilgiyle dinleyen öğrencileri olan bir öğretmenin o öğrenciler
için çok daha fazla çabaladığını görürsünüz. Öğrencilerin öğretmeninden
beklentisi arttıkça öğretmenin de potansiyeli artıyor. Bir döngü bu. Her
anlamda. Pozitif ya da negatif.

Daha geniş çerçeveden baktığımızda ise
tüm hayatımızı etkileyen bir döngüden bahsediyoruz. Pygmalion etkisi bize şunu
gösteriyor. Gerçeklik sübjektiftir. Ve bu gerçekliği ailemiz, arkadaşlarımız,
yöneticilerimiz, toplum manipüle edebiliyor. Başarılarımız, düşünce biçimimiz,
davranışlarımız ve kendimizle ilgili algımızı çevremizdeki insanlar etkiliyor.
Bu kişilerin bizden beklentilerine göre şekilleniyor.

Elbette burada şunu da vurgulamak lazım.
Pygmalion etkisi bize herkes her şeyi yapabilir demiyor. Fiziksel ya da
zihinsel olarak yetersiz kişilerden aşırı yüksek beklentileriniz olduğunda o
kişiyi strese sokabiliyor ve tamamen tersi bir etki yaratabiliyorsunuz.
McClelland ve Atkinson isimli araştırmacılara göre bir durumda başarılı olma
şansımızı %50’den az görüyorsak o işe girişmekten çekiniyoruz. Yani dozunda ve
mantıklı beklentilerden bahsediyoruz burada.

İşin özüne odaklanırsak Pygmalion etkisi
mistik bir durum ya da bir kişisel gelişim zırvası değil. Birinin, çocuğumuzun,
öğrencilerimizin potansiyelini görebilir ve onlara yapabilecekleri şeyler
konusunda destek olur ve yönlendirirsek gerçek potansiyelini
gerçekleştirmelerine olanak sağlayabiliriz.

Carl Sagan’ın da söylediği gibi:
“Çocuklarımıza sunduğumuz hedefler geleceği şekillendirir. Bu hedeflerin ne
olduğu çok önemlidir. Pozitif beklentiler kendini gerçekleştiren olaylara
dönüşebilir.  Yani hayaller birer harita gibidir.”

Çocuğunun daha başarılı olmasını kim
istemez? Ya da çalışanların. Ya da yöneticilerin. Çok daha iyi işler yapmasını…
Doğrudan müdahale etmemize bile gerek yok. Kendimizden, çevremizden
beklentilerimizi doğru şekilde belirler ve çıtayı yeterince yükseltirsek
sonuçta ortaya neler çıkabileceğini hayal bile edemezsiniz. Farkında bile
olmadan insanları, kendimizi daha başarılı olmaya itebiliriz.

Kendiniz ve çevrenizdekiler için beklentilerinizi yükseltin.

Kendinize daha zor hedefler koyun.

Pozitif beklentiler ve pozitif bir bakış
açısıyla kendinizi veya sizden daha iyisini bekleyenleri haklı çıkarmak için
elinizden geleni yapar, bunun için kanıtlar ararsınız. Ve sonunda bu
beklentilerin gerçeğe dönüştüğünü göreceksiniz.

Mevlana Hz lerinin de dediği gibi

Dünyada olabilecek her bir olay için misal
aleminde sayısız ihtimal uyur. Siz ağzınızdan çıkardığınız sözlerle o
ihtimalleri uyandırırsınız. Güzel kelimeler söyleyin ki güzel ihtimaller
uyansın. İnsanın kaderine müdahalesi buradadır

Tüm iyilikler ve iyi düşünceler sizlerle
olsun