GÜNÜNÜ GÜN ETMEK
Gürültüyü patırtıyı seven, yaşayabildiği kadarıyla hayatın tadını çıkartan kimseler, ister perişan halde, ister rahat içinde olsunlar, sıkıntılara aldırmadan yaşarlar.
Imrî-ul Kays’m şiirini söylerler: “Bu gün şarap gibi, yarınsa daha acı...”
Dale Carnegie’nin anlattığı hikaye de benzer şeyler içeriyor: “Adı Haney olan vasiyetnamesini düzenlemekle meşgul bir adamın hikayesi. Midesinde ülser vardı.
Doktorlar ölümünün yakın olduğunu ve kefenini hazırlamasını söylediler. Haney aniden olağanüstü ve parlak bir karar verdi. Kendi kendine şöyle düşündü: “Madem ki yaşayacak pek az zamanım kalmış; bundan sonuna kadar yararlanayım bari.
Ölmeden önce dünyayı dolaşmayı daima isterdim. Yapacaksam şimdi yapmalıyım.” Biletini aldı.
Doktorlar dehşet içinde kaldılar. “Sizi uyarmaya mecburuz, dediler. Bu seyahate çıkarsanız denizde defnedileceksiniz .”
“Hayır, akrabalarıma söz verdim: Aile kabristanına defnedileceğim.” dedi.
Haney gemiye bindi ve Ömer Hayyam’m rubaisinden ilham alarak yola çıktı:
Elinde kalandan sonuna kadar yararlan, Kabre girmeden önce, bir şey yok;
Kabirde ise altında toprak, üstünde toprak… tatsız, sazsız, sözsüz… ve… sonsuz!
Haney yolculuğuna bu şekilde eğlenerek ve ölümü düşünmeyerek başladı. Karısına gönderdiği mektupta şöyle yazıyordu:
“O seyahatte gezdim, yedim içtim. Her türlü yemeği yedim. Hatta beni öldüreceği tahmin edilen acayip yerli yemekleri bile.
Senelerden beri öyle keyif duymamıştım.” Sonra ne oldu? Dale Carnegie, adamın iyileştiğini söylüyor. Hastalıkları yenmede, acılara galip gelmede kullandığı üslup, başarılı bir üslup.
Haney saatlerinin sayılı olduğunu öğrenince, ölüm korkusuna kapılmadı, geleceği hakkında yapılan kehanetleri öğrenince her anını eğlenceyle geçirmeye ve hayatı oyun oynayarak yaşamaya başladı. Bu halde mutluluğuna tekrar kavuşunca üzerine çöreklenmiş olan hastalığı attı ve eski sıhhatine yeniden ulaştı.
Ruhi çöküntünün, zorluklar karşısında yenilgide büyük rolü olduğunu inkâr etmiyoruz. Ayrıca manevi gücün yüksek olmasının zorlukların üstesinden gelmede, yorgunlukları umursamada, en zor hayat mücadelelerinden galip çıkmada ne denli önemli olduğunda kabul ediyoruz.
Fakat biz burada bir büyük yanlışa dikkatleri çekmek istiyoruz: Ölüm açıklığa kavuşturulmamıştır. Hay-yam’m az önceki dörtlüğünde de ölüm gelmeden evvel hayatta yapılabilecek tüm şehvetlere özendirilmiş ve teşvik edilmiştir. Oysa hakikat böyle değildir.
Bu, dünya üzerindeki sapık kimselerin yaydığı en asılsız iftiradır.
Hakikati, tüm dinlere mensup bütün inananlar doğru şekilde anlamak mükellefiyetindedirler. Bilmelidirler ki; ölüm yaşadığımız hayattan daha muazzam, daha derin ve hayal edemeyeceğimiz şeylerle dolu bir yaşama geçiştir.
Hayat dediğimiz şu yaşantımız bir yönüyle eğlencedir, abesdir. Bu husus, Kur’an-ı Kerîm’de lafzı büyük, mânâsı geniş olan şu ifadelerle anlatılmış: “Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.” .
Ölümün mutlak yok oluşun başlangıcı olduğu düşüncesi, ne yazık ki çok kimseler arasında yaygın bir kanı… Bundan dolayıdır ki, intihar edenler hayatlarına kıydıklarında böyle düşüncelerle bilinçlerini sarhoş ederek, bu faciayı işliyorlar.
Sinirleri nöbet halinde can çekişiyor, keder ve efkar içindeler. Bu halden onları kurtarıp, rahatlatacak ne olabilir? Yok oluş, kopma ve bütün düşüncelerden sıyrılma olarak gördükleri ölüm.
Acı hakikati öğrendiklerinde durumları nasıl olurdu acaba? Yok etmek istedikleri nefislerinin, hibe olarak verdikleri bedenleri hariç aynen duruyor olduğunu, bilinçlerinin ve duygularının eksiksiz devam ettiğini anladıklarında neler düşünürlerdi kim bilir?
Ölümden sonrası, insanlığın varlık zincirinin son halkasıdır. Herşey anlaşılmış ve düşünceler tekleşmiştir.
Şöyle anlatılır:
Ebû Hamid el-Gazalî ecelinin yaklaştığını hissedince bazı dostlarına
demiş ki: Bana yeni bir elbise getirin.
Sormuşlar: Elbiseyi ne yapacaksın?
Ebû Hamid: Sultanın karşısına çıkacağım, diye cevap vermiş.
Elbiseyi getirirler, Ebû Hamid alır ve evine girer, bir süre kaybolur, bir daha da
çıkmaz.
Dostları ondan bir haber almak için ziyaretine giderler ki, Ebû Hamid ölmüştür.
Başının yanında bir kâğıt ve üzerinde şu beyitler yazılı:
Beni ölü olarak görüp, yas tutan
Üzülüp, ağlayan kardeşlere de ki:
Beni, ölümü sanıyorsunuz?
Bu ölü, vallahi ben değilim;
Ben bir kuledeyim; bu da cesedim,
Evim ve gömleğim geride kaldı.
Ben bir serçeyim; bu da kafesim,
Kafesimden uçtum ve o rehin kaldı.
İmtihanım için gerekli sedefi toplamış,
İnciyim ben, zorluklar diyarına sürülmüş.
Buradan beni kurtaran Allah’a hamdolsun;
Yükseklerde bana evler yaptı.
Bundan önce aranızda bir ölüydüm.
İnsan şahsiyetinin, çürümüş bir ceset olmasını reddediyor.
İki hayat arasındaki berzahtır.
Ölümle imtihan dönemi bitiyor ve mutlu olacakların saadetli hayatı başlıyor.
Şimdi yaşamaya başladım. Kefenimi çıkardım. Bugün artık gök ehli ile fısıldaşıyorum; Allah’ı apaçık görüyorum. Ben ayrıldım, sizleri geride bıraktım,
Sizin diyarınız bana hiç vatan olmadı.
Ölümü, yok oluş sanma, Çünkü o; Hayatın kendisidir. En yüce amaçtır… Ölümün soğukluğu sizi korkutmasın, zira o; Şuradan şuraya nakl olmaktır…
Bu beyitler Gazalî’ye ait olsun veya olmasın; ölüm hakkındaki dini bilgilerle mutabıktır.
Materyalist dünya görüşüne sahip bir yazardan okumuştum; cırcır böceğinin ölümünü görmüş ve bunu insanlığın gelecekteki yok oluşuna benzetiyor. İnsanlığın bu şekilde son bulacağı kehanetinde bulunuyor, yok oluş ve unutulmanın gölgesinde kalacağını da ekliyor.
Hayyam’m ölümü; altta toprak, üstte toprak ve ilerisinde hiçbir şey yok şeklinde tarif
etmesi… Tüm bunlar, haddi aşmanın delirme safhasına varmasıdır.
Hayatını bu iddia üzerine kuran her kimse, hurafeleri ilke edinerek yaşamaktadır.
Hayattan daha çok tat alınarak yaşanabilir. Hayrıyla, şerriyle insanın dünyada karşılaştıklarına tutkusu, onu başarıya ve düşünmeye motive edebilir, ama bu batıl
düşüncelere kapılmak kesinlikle doğru değildir.
En doğru yol, ki o hak yoludur, maddi ve manevi enerji kaynağımızdır. Ölümü bir beldeden diğerine gitmektir
Akılla anlaşılacak bir görme olayı değil. Ruhla olan bir görme.
Dünyaya geliş sonra ayrılış tamamen ilahi bir dilemedir. Ancak burada anlatılmak istenen karşılaştıklarını müjdeleme arzusudur.
Bunu hak olarak kabul edip, korkunç bir vahşet ve büyük bir haksızlık olarak görmeselerdi insanlar, herhalde mide ülserine yakalanmazlardı.
Hastalık haberini sükûnet ve teslimiyet içinde karşılasalardı ne olurdu? Allah’a iman ettiklerinden dolayı vaktin yaklaşmış olmasına, O’nunla karşılaşacaklarından dolayı üzülmezlerdi.
Hakikate, az önceki Hayyam’m beyitlerinden daha yakın olan şâir Muhammed Mustafa Hammam’ın dediklerine kulak verelim:
Hayat bana şunu öğretti;
Meğer ki, uzun bir imtihanmış.
Ardından güzel nimetler görüyorum,
Veya can yakıcı bir azap…
Korkum hesap günü kefil istediğimde,
Amel defterimin bana kefil olması…
Ve yine korkum işlediğim kötülüklerden
Ve tuttuğum yanlış yollardandır.
Allah, kendisine yöneleni ve korkanı rahmetiyle
Kuşatacağını, temiz bir sayfa açacağını vadediyor.
Benim için, Allah’ın vadi haktır.
O vadini gerçekleştirendir.
Gerçekten insanların ölüm karşısında duydukları endişe, korku, keder ve çok çeşitli duygular; ölümün varlıktan yokluğa, aydınlıktan karanlığa, neşeden vahşete bir geçiş olduğu anlayışından kaynaklanmakta…
Yoksa onlar, bu dünya ve içinde olanları maceralı bir otobüs yolculuğunda yaşanan anılar mı sanıyorlar? Salih kimselerin karşılaşacakları iyi günlerin bir gün geleceğine ve onların birbirlerine şöyle sesleneceklerine ihtimal vermiyorlar mı?: “Dediler ki: Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık. Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve bizi, hücrelere kadar işleyen kavurucu azaptan korudu. Hiç şüphesiz, biz bundan önce O’na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın tâ kendisidir.” .
İnançsız ve inkâr edenlerle ilgili haberi ise şöyle veriyor: “Böyleyken, kimi kimine yönelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar: Onlardan bir sözcü der ki: “Benim bir yakınım vardı. Derdi ki: -Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın? Bizler öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?” (Konuşan yanındakilere) Der ki: “Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?” Derken, bakıverdi, onu “Çılgınca yanan ateşin tam ortasında gördü. Dedi ki: “Andolsun Allah’a, neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin.” .