admin

KADERİMİZ SEÇİMLERİMİZDİR

Facebook Twitter Pinterest LinkedIn   KADERİMİZ BİZE BAĞLIDIR  KISSADAN HİSSE   Rehavet rüzgârıyla gevşeklik gösterenlerin iman terazisi de adaleti ve doğruyu tartamaz. İman terazisini ayarlamak ve […]

 

 KADERİMİZ BİZE BAĞLIDIR 

KISSADAN HİSSE

 

Rehavet rüzgârıyla gevşeklik gösterenlerin iman terazisi de adaleti ve doğruyu tartamaz.

İman terazisini ayarlamak ve derin uykudan uyanmak için Allah’ımız sebepleri halk eder.

 

             Hülagü, Moğol İmparatorluğu’nun
kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devleti’nin kurucusu Mengü Kağan’ın
kardeşidir. Hülagü, Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp
Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar
ve şehri yağmalatır. Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre
200 bin, bazı kaynaklara göre de 400 bin kişiyi katleder. Cami, hastane, saray
ne varsa hepsini yok eder. Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar.
Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehri’ne attırır.
Hülagü’nün zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı
söylenir.

           Hülagü bir gün, şehrin dışına
kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini
bildirir. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Hülagü
tarafından öldürülmek korkusuyla kimse bu davete icabet etmek istemez. Bu
haber, zamanın genç âlimlerinden Kadıhan’a da ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl
bir gençtir. Daha sakalı bile çıkmamıştır. Böylesine bir daveti kabul ettiğini
söyleyerek Hülagü ile görüşmeye gidebileceğini bunun için kendisine bir deve,
bir keçi, bir de horoz verilmesini ister.

           Böyle bir fedainin ortaya çıkması
ulema sınıfını rahatlatır. Çünkü bir kurban bulunmuştur. Hülagü’nün şerrinden
korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar. Kadıhan, hayvanlarla birlikte
çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendini
tanıtır. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler. Hülagü, genci tepeden
tırnağa süzer ve beklediği tipte biri olmadığını görerek,

‘Bana göndermek için bula
bula seni mi buldular. Gönderecek başka birini bulamadılar mı? Diye sorar.

 Kadıhan gayet sakin bir şekilde

 “Görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini
istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan,
bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim.
Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin” der.

Hülagü, karşısındakinin sıradan biri olmadığını anlar ve

 “Şöyle otur bakalım” diyerek kendisine yer gösterir ve ilk sorusunu sorar.

 “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir” diye sorar.

 Kadıhan gayet sakin bir şekilde;

 “Seni buraya bizim amellerimizde ki
gevşekliğimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik.
Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal ve mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya
daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.

           Hülagü, ikinci sorusunu sorar.

“Peki, beni buradan kim gönderebilir?”

Cevap çok manidardır.

 “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar
kısa zamanda toparlanıp, gevşek amellerimizi tamir edersek, bize verilen nimetin
kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan
vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.”