Nasıl inanırsan öyle yaşarsın.
Norman
Cousins bir hastalığın anatomisi isimli
kitabın da meşhur bir piyanisti gözlemlemesini şöyle anlatıyor;
Bu ihtiyar adam, güne başlarken sanki
son günüymüş gibi hareket ediyor, eklem yerlerinde enerji kalmadığını ve
vücudunu taşıyamayacak vaziyette olduğunu söylüyordu. O kadar güçsüz kalmıştı
ki, elbiselerini bile başkalarının yardımıyla giyiyordu. Yürürken nefesi
tekliyor ve dik duramıyordu, su içmek için bardağa uzandığın da elleri ile
bardağı kavramakta bile zorluk çekmişti, yani yürüyen ölü gibiydi.
Daha sonra çok sevdiği piyanosuna
doğru yöneldi, sandalyeyi zorla çekti ve kendini bıraktı, o ağırlaşmış
parmaklarını piyanonun tuşlarına değdirmeye başlamıştı. Birden bu ihtiyar
piyanistte bir değişim başladı. Önce oturuşunu değiştirdi, kamburu yoktu artık.
Sonra nefes alış verişi değişmişti, daha düzenli nefes alıp verdiğini
duyabiliyordum. O güçsüz parmakları piyanonun tuşlarında gezinmeye devam
ettikçe daha da esnek olduğunu gördüm. Kendisini melodinin akışına bırakmıştı,
tıpkı genç biri gibi davranmaya başladı. Vücudu, parmakları ve oturuşu tamamen
değişmişti. O ölü gibi olan ihtiyar adam gitmiş yerine gencecik bir piyanist
gelmişti sanki. Piyanoyu çalması bittikten sonra aynı çeviklikle kalktı ve hızı
adımlarla mutfağa geçip güzel bir kahvaltı yaptı, hazırlığını tamamladıktan
sonra sahile yürüyüş yapmaya çıktı.
İnanç insanın ruhunu ateşleyen en
etken unsurdur. Edison’un dediği gibi dünyada ki en tehlikeli silah inançla
ateşlenmiş insan ruhudur. İnancı tetikleyen şeyi yakaladı mı, insanın neler
yapabileceğini hayretler içerisinde izlersin.
İhtiyar adam
piyanosunu inancını ve değişimini sağlayan bir tetikleyici olarak kullanıyordu.
Piyanonun başına her geçtiğinde, kendi benliğini buluyor ve kendi oluyordu. Piyano
onun için gerçek hayat olmuştu, en azından ihtiyar böyle inanıyor ve yaşıyordu.
Bir şeyin gerçek olduğuna inanırsanız, artık o sizin gerçeğinizdir ve bu inanca
göre yaşamaya, algılamaya başlarsınız. Etrafınızdaki insanların bakış açısı
sizi ilgilendirmez.
Bir insanın veya toplumun davranışını
değiştirmek isterseniz, en başta inancını değiştirmeniz gerekmektedir. Dinimiz
de bu sürecin en net göstergesidir, çünkü İslamiyet bir inanç dinidir. Bize
davranış değişiklerimizden önce inancımızı ve itikadımızın olmasını emreder.
Öyle ki, Allah’ın emrini davranış olarak yerine getirsen ama buna inanamasan
sevap yerine günah kazanmış olursun. İnancın değiştikten sonra zaten
davranışların da değişecektir.
Potansiyelimizin limitlerini belirleyen inançlarımız ve inandıklarımızdır.
İnançlar düşünce ve fikir
akımlarının hareketlerini yönlendirir. Eyleme geçmeden sadece inansak bile,
fikir ve düşünce olgumuzun oluşumuna yetebilmektedir. Psikoloji de schotoma
(kör nokta) olarak adlandırılan bu sürece söyle bir örnek vereyim.
Arkadaşınız
veya eşiniz sizden mutfakta ki şekeri getirmenizi ister, ama isteksiz ve zorla
yerinizden kalkmış olan siz ilk anda şekerin nerede olduğunu bilmediğinizi ve
bulamadığınızı söylersiniz. Birkaç dakika şekeri arar ama bulamayınca,
eşinizden yardım istersiniz, gelen kişi tam karşınızda rafta duran şekeri
göstererek ‘‘Kör müsün şeker tam karşında duruyor’’ der.
İsteksiz ve yerini bilmediğinizi düşündüğünüz
anda beynimiz şekeri görmemek için sinir sitemlerine bir sinyal gönderiyor ve
bu inanç sizi kör ediyor. İnsanın inancı nispetin de bakan kör, duyan sağır
olması muhtemeldir. Çünkü inançlarımız, zihin deposuna giden sinir sistemlerini
etkileyip, onlara emir verebilmektedir.
Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür.
Düşüncelerinize dikkat
edin, duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür.
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin, hayatınıza
dönüşür.
Nasıl inanırsan öyle yaşarsın, nasıl yaşarsan öyle ölürsün, nasıl
ölürsen öyle dirilirsin. (Hadis-i şerif)
İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya
başlarsınız. (Hz. Ömer)