admin

 

 

YETENEKLİ DEĞİLİM 

SUÇLUSU AİLEM

    Babanız ne yerse siz o olursunuz yada bu akıllı kesin annesinden almıştır. İlk duyduğunuzda kulağa
ne kadar tuhaf geliyor. Gerçekten de ailenin bir birine bu şekilde bir miras
bırakması  mümkün mü. Kader yazgımız
ailemizin üzerinden mi yazılmakta

Yapılan çalışmalar,
ebeveynlerin ömürleri boyunca başından geçenlerin, yemek tercihlerinin,
kilolarının, deneyimledikleri stres faktörlerinin, korku ve endişelerinin yavrularına
gerçekten de kalıtılabildiğini gösteriyor. Gelin bu videoda anne babalarımızın
bize sandığımızdan çok daha fazla şeyi nasıl miras bıraktığına bir bakış
atalım.

Genetik bilimi başta
olmak üzere kimine göre ateşi, tekerleği, sıfırı ya da diğer tüm gelişmeleri
bir kenara bırakın, insanlığın tanık olduğu en önemli gelişme dna dizilimin bulunması.

Bir insanın genleri
kişinin ne olduğunu belirler. Hücrelerimizin nasıl çalışacağından,
organlarımızın vücudunuzdaki yerine saç renginizi ve sahip olacağınız
hastalıkların bir kısmına kadar neredeyse her şey genlerimizde kodlanmış halde
size miras kalır.

Bu gün dna sarmalı
dediğimiz yapı taşı o kadar büyük ki dna hücrelerini birbiri ucuna eklemiş olsak
aya 6000 defa gidip gelebilirdik.

İnsan genomu sadece
dört harften oluşur G, T, C, A. Dna sarmalını oluşturan harfler ve bunlar
tekrar, tekrar ve tekrar tekrar birleşerek tüm canlıların temelini
oluşturuyorlar. Biz doğarken de bu harflerden üç milyar tanesini annemizden, üç
milyar tanesini de babamızdan alıyoruz. Ancak öyle hassas bir denge ki bu. Bu
milyarlarca harften bir tanesinde bir hata olsa çok ciddi bir hastalıkla
duyabilirsiniz. O yüzden gen dizisi
çok önemlidir. Ve işte o yüzden
genom projesi çok önemliydi. Bir çocuğun dna sı anne babasının %99 aynısıdır.

 Mesela laboratuvar fareleri. Bu fareleri laboratuvarda tamamen aynı
koşullar altında yetiştirebilirsiniz tamamen aynı genetik koda sahip olmasını
sağlayabilirsiniz. Yetişme koşullarında sıfır varyasyon olmasını
sağlayabilirsiniz. Sonuçta ne oluyor peki? Bu farelerin her biri birbirinden
farklı oluyor.

Ya daha kilolu, ya daha aktif, ya daha akıllı.

Buradaki olay ne peki?

İşte bu garip olguları
araştıran bir bilim dalı, Genetiğin ötesi, yani epigenetik. Şimdi farklı bir soruyla
devam edeyim. Bazılarımız çok şanslı, Dış görünüşünün ya da doğuştan gelen
yeteneklerinden dolayı. Kimi bazı hediyelerle doğar, daha iyi bir sporcu olmak
için tüm gereken kodlara sahip olarak, ya da bir müzisyen, bir dansçı. Bazı
insanların doğuştan bu yeteneğe sahip olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.

 Peki soru şu Bu durumda insan kalıtımsal
olarak atalarından kendine miras kalan yetenekler ya da yeteneksizliklerle
yaşamak durumunda mı? İnsan bu konuda hiçbir kontrole sahip değil mi?

Genetik bilimi,
işleri bir adım öteye taşıyarak kelime anlamıyla genetiğin ötesinde çalışmalar
yürütüyor. Az önce de söylediğimiz gibi buna epigenetik diyoruz ve genetik
biliminde keşfedilen son bulgulara göre genlerimizde bir anahtar var.

Evet doğru duyduz Bildiğimiz lamba anahtarı gibi açılıp kapanabilen ve her durumda çok farklı bir şekilde
kendini ifade eden bir sistem.

 Örneğin kanser ya da diyabet gibi hastalıklar
bu sistem içindeki DNA anahtarı dediğimiz bazı anahtarların kapalı olmasıyla
ortaya çıkıyor. Bu anahtarlar açıldığında ise mucize! hastalıklar yok oluyor.

 İşte bu anahtarlar epigenetik adını verdiğimiz
bir bilim dalının konusu.
Bu çalışmalar sayesinde artık biliyoruz ki tüm genler
için anahtarlar bulunuyor. Obezite gibi, hafıza gibi ya da müzik becerisi gibi
tüm özellikler bu anahtarlar ile işliyor. İşte burası bizim sorumuzun doğduğu
yer.

 Bu anahtarları ve genel anlamda bu genleri
kontrol etmemiz mümkün olabilir mi?

Hatta bazı çalışmalar sperm deki DNA’ları
da kontrol ederek, yani baba olacak erkeği tedavi ederek tasarım bebeklerin
doğmasına olanak sağlayacak imkanları da inceliyor.

İnsan genomu yaklaşık
20 bin gen, yani proteinleri kodlayan DNA şeritleri içermektedir. Fakat bu
genler toplam genomu sadece yüzde 1,2 sini oluşturmaktadır. Diğer yüzde 98
nokta 8 kullanmayan DNA olarak bilinir. Kodları uymayan diğer bir adıyla hurda
olan DNA’nın gerekli olmasına rağmen çoğunun muhtemelen hiçbir işe yaramadığı
düşünülüyordu. Ancak bu büyük bir
hata olduğu anlaşılmış durumda.

 Gen dediğimiz şey ne derseniz.

Bir nevi kullanım kılavuzu gibi düşünebilirsiniz. Vücudumuzun farklı bölümlerini,
organlarını nasıl oluşturacağına dair kodlar. Fakat enerjimizi arttıran genler
de mevcut. Ya da bahsettiğimiz gibi müzik yeteneğini arttıran genler, hastalıkları
önleyen, hayatımızı kurtarabilecek bilgi paketleri. Hepsi kodlarımızı da saklı.

Ve işte tüm bunları
harekete geçiren ya da devre dışı bırakan sisteme de DNA anahtarları diyoruz ve
bu noktada çok önemli bir gizem karşımıza çıkıyor.

Tek yumurta ikizleri aynı
DNA’yı paylaşan, genetik olarak benzer iki insan. Binlerce ikiz ile yapılan bir
araştırmadan bir örneğe bakalım.

Erika ve Monika bir
kaç görsel ufak fark dışında aynı görünüyorlar her anlamda. Ancak yaşları
ilerledikçe Erika meme kanserine yakalanıyor. Tedaviler, kemoterapi, kanserin
nüksetmesi filan hala tedavi görüyor. Monika ise oldukça sağlıklı. Ortalama
üstü herhangi bir hastalık belirtisi bile yok. Ve araştırmalar da bize şunu
söylüyor On altı bin ikiz ile yapılan çalışmada iki kardeşin de aynı tür
kansere yakalanma oranı sadece yüzde 8. Her anlamda Özellikleri paylaşan iki
insanda bu kadar önemli bir genetik değişikliğin benzememesi bize bir şeyler
anlatıyor aslında. Hurda dediğimiz, işlevsiz dediğimiz, yüzde 98 küsür lük bir
kısımda bir şeyler buna neden oluyor.

Uzun süre bunun yaşam
stili ile bağlantılı olduğu düşünülüyordu. Ancak işte yeni araştırmalar bu
DNA’ya anahtarların çok önemli bir rolü olabileceğini gösteriyor. Çünkü 100
yaşını aşan ancak tüm hayatı boyunca asla egzersiz yapmamış, sigara, alkol
kullanmış ancak hala çok sağlıklı olan insanlar da mevcut.  bu bağlamda başka ilginç bir araştırma yine
Epigenetiğin bize önemini gösteriyor. Sevginin gücünü.

 Yetişkinlikte karşımıza çıkan birçok
psikolojik ya da psikiyatrik rahatsızlıkta karşımıza genellikle sorunlu bir
çocukluk çıkıyor.

Bunun açıklaması da
şu. Yine farelerle yapılan bir çalışmada fareler doğduktan sonra anneleriyle
ilişkileri inceleniyor. Bazı anneler gerçekten çok sevgi dolu oluyor. Her
fırsatta bebeklerini oyalıyorlar, besliyorlar, yanlarında tutuyor ve
sıcaklığını hissettiriyor. Bazı anne fareler ise farklı. Çok da ilgilenmiyor,
ilgisiz bırakıyor bebekleri.

Bu bebekler
büyüdüğünde yetişkin olduklarında bu farelere stres uyarıcıları veriliyor. Bu
yüksek bir ses, Bir avcının gösterilmesi gibi.

 Sonuçlar çok garip.

Bebekken annesinden bol
bol ilgi gören çocuklar, bu tip stres uyarılarına karşı inanılmaz sakin
davranıyor. Sevgi görmeyenler ise inanılmaz bir paniğe kapılıyor. İşte bunun
nedeni temelde psikolojiden ziyade genetik kodlamadaki epigenetik modifikasyon.
bu modifikasyon onlar da çok çok farklı nedenlerle gerçekleşebiliyor.. bununla da sınırlı değil çevrenin
etkilediği faktörlerden doğan stres ve kaygınında çocuklara aynen aktarıldığı
tespit edilmiş vaziyette.

 Yine farelerle ilgili bir grup erkek fareye
kiraz çiçeği toplatılıyor ve hemen ardından hafif bir elektrik şoku veriliyor.
Klasik konuşlandırma bunu düzenli olarak tekrar ediyorlar. Haliyle bir süre
sonra kiraz çiçeğini koklayıan Fareler korkudan titriyor. Sonra bu farelerin
üremelerini izin veriliyor ve çocuklarına bakıyorlar. Sonuç bu farenin
çocukları hiçbir sebep yokken kiraz çiçeği kokusunu duyduğunda korkudan
titriyor. Bu korku, bu travma babadan çocuklarına
miras kalıyor, inanılmaz bir bulgu.. Epigenetik bulgusu öyle bir boyuta
ulaşmaktaki

Gelecek nesillere bıraktığımız genlerde yaşadıklarımızın,
tecrübelerimizin hatta stres ve kaygılarımızın bile gen kodlarıyla aktarıldığını
bahsettik, yapılan bazı çalışmalarda insanın yaşadıkları tecrübelerinde bu genlerle
çocuklarımıza aktarıldığı üzerine ciddi bulgular mevcut, hatta öyle ki 30 yaş
üzeri çocuk sahibi olan bireylerin çocuklarında zihinsel gelişimin daha yüksek
olduğu tespit edilmiştir, yani bir nevi çocuklarımız daha tecrübeli
doğmaktadır.

Genetik aktarımında ki bu hayret verici buluşlar bize
atalarımızın düğünden 40 gün önce damadı, ve gelini yemesi içmesi, alışverişi
vb konularda karantinaya almalarını ve daha hassas olması  gerektiği öğütlerini haklı çıkarmaktadır. Olası
hamilelik sürecinde çocuğa aktarılacak genlerin hazır olması için.

Kendinize bakın,
yaşadıklarınız da çocukluğunuzda yetiş bindiğinizde yaşadığınız belirli bir
travmanın çocuğunuzda da ortaya çıkma şansı olduğu anlamına geliyor. Ama bir
taraftan tüm bunların değiştirilebileceğini de gösteriyor bize, hurda diye
köşede bekleyen genlerin anahtarları aktif edilğinde bambaşka yeni genlerle
bambaşka kişilikler oluşmaktadır.

 Ancak bu olasılıklardan önce şuan kendimizi
geliştirdiğimiz, yetiştirdiğimiz ve yeteneğe dönüştürdüğümüz bir durumun
çocuklarımıza kodlanacağını bilmeliyiz.

Kısacası okuyan bir
çocuğum olsun diyorsak önce biz kendimiz okumaya başlamalıyız.

Epigenetik üzerine
yapılacak çalışmalar da bizleri daha neler beklediğini zamanla göreceğiz, ancak
şu bir hakikat yedikleriniz, içtikleriniz hatta kurduğunuz hayaller bile
çocuklarınıza bir miras olarak kalacaktır.

İyi miraslar bırakmanız temennisiyle